11 Aralık 2010 Cumartesi

Füruğ Ferruhzad

ah ne denli dingin ve gururla geçiyordu
garip bir su akıntısı gibi
bu terk edilmiş sessiz Cumalarda
bu sıkıntılı evlerde
benim yaşamım
aaah ne denli dingin ve gururla geçiyordu...

İlk kez bugün "Karanlık bir işaret olan varlığımın hepsi" başlığıyla burada tanıştım kendisiyle. İranlı bir kadın şair Füruğ Ferruhzad. Çok genç bir yaşta sona eren hayatını Vikipedi'den ve İnsan Okur'dan kısaca okuyabilirsiniz. Ben Ekşi Sözlük'ten şu entriyi paylaşmak isterim:

1935'te, Şah'ın kadınların geleneksel örtülerini “attırdığı”, aydınları/komünistleri hapse attırdığı bir İran'a; Şah'ın ordusunda yüksek rütbeli bir subay olan babanın “disiplini” aile içinde de eksik etmediği, annenin de

“annenin bütün hayatı
cehennem korkusu eşiğine serili bir seccadededir
anne her şeyde günahın ayak izlerini arıyor
ve bahçeye de bir bitkinin küfrünün bulaştığına inanıyor
anne bütün gün dua ediyor
anne doğuştan günahkar”

dizelerinde anlattığı gibi olduğu, kısacası sevgisiz ebeveynlerden oluşan bir aileye beşinci çocuk olarak doğar. “İçim acıyor bahçeye” adlı ünlü şiirinde ailesini anlatacaktır. İçinde boğulmak üzere olduğu aile çemberini, kendisinden yaşça bir hayli büyük olan Pervez Şapur'la evlenerek kırmaya çalışır, 16 yaşında. 18 yaşında anne olacak, 19 yaşında boşanacağı kocası oğulları Kamiyar'ın yüzünü bir daha görmesine izin vermeyecektir. Çok acı çekse de seçiminden pişman değildir, çünkü “benim için en önemli şey şiirdir. ve şiir, kendime ve kişiliğime karşı duyduğum en büyük sorumluluktur. hayatıma vermek zorunda olduğum yanıtların en önemlisidir aynı zamanda” demektedir bir mektubunda. Ancak yaşadığı toplum ona ikiyüzlü davranacak, yüzüne şiirlerine övgüler dizerken, arkasından fahişe muamelesi yapacaktır. Uzun Avrupa seyahati sırasında yazacağı anılarında “ülkemi seviyorum ama vatandaşlarımın bana yorgunluk ve nefret verdiklerini hissettim” diyecektir.

İç dünyasını başarı ile ifşa eden, İran'ın tek kadın sesi olan, yüzüne ve sesine hüzün bulaşmış Füruğ, çocuklarla dolu olan bir servise çarpmamak için direksiyonu kırması sonucu takla atacak ve 32 yaşında hayatını kaybedecektir.

Aşk'ın Vakti Ya Şimdidir Ya Hiçbir Zaman*

Gelirken, içindeki rüzgâr seni getirdiği için gel,
sevişmek için gel, gelirken

Vaktinde gel. Sonra değil, şimdi

Birbirimize sunacak bir şeylerimiz
olduğu zamanda

Birbirimize birer asalak gibi
sarılacağımız zamana kalma

Bilirsin, Şiir’in ve Aşk’ın bakır çağıdır daha;
yalanlar içimizde, iç sesimiz bizden uzakta

Yalnız bunun için bile gelmeye değer

Vaktinde söylenmiş bir şarkıdır bu.

Yaz geçer hüzün kalır, yüzün geçer güz zeytinlerinden,
yüreğin akar bir gün senetlere sepetlere karışır

Önümüzde arkamızda homurdanan bir hayat!

Güzelim, daha ne kadar taşıyabilirim bilmem
bu acılı, yürek yoran şiir yükünü

İçimiz su şırıltıları, dışımız uğultularla dolu,
sen dantel inceliklerin kızı, ben barışsız gençliklerin oğlu!

Dünya’nın çuvalı yalanla dolu,
koynunda tokuşan memelerin bir gün buruşur

Hayat, kural tanımaz bir engelli koşudur,
dev gölgeleriyle boğuşan yürek yorulur bir gün

koynun aşk kokarken, Dünya kokuşur.

Ölüm ki hiçbir şeyi bağışlamaz, aşkımızı hiç bağışlamaz,

çarpar bir gün kayığımız kayalara

Bir şey göster bana hayatımızda
sesi Ölüm’den güçlü bir şey

Demek ne kadar çok sevişirsek yanımıza o kalır.

*Lisede karşılaştığım andan itibaren hayatımı etkileyen bu şiire ve geçen haftalarda hayatını kaybeden şairi FİKRET DEMİRAĞ'a bir saygı duruşu olsun kendimce. Demek ne kadar sevişirsek yanımıza o kalıyor gerçekten de.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Yeni Mesaj (1) Tanrı...

(1)
Salaklık bende ki beden verdim sana.
Bükme, burma, kanırtma.
Hassas bölgeleri yabancı cisimlerle
açmaya çalışma.
Yürüyen merdivene güvenme, onu ben bulmadım.
Ama bak kaç kere gösterdim
memelerin dizine değecek işte!

(2)
Ya evet. sezgilerine güveniyormuşsun.
Düşünme sen daha
sezgi de neymişse artık, cık cık.
Yeminle ben sezgi filan katmadım bedenine yaratırken.
Uydurup uydurup ahdediyorsun.

(3)
Tanrı'dan mesaj diyor lan, ha bir kez dediğimi dinle
cep telefonuna güven, vahiy ikamesidir.

(4)
Her kabardığında
kendini bir halt zannet diye
benmişsin gibi yaz, çiz, yont, yarat diye verdim
o kalbi ben sanki.

Yok yok, senden hayır göremem, idrak eksik sende.
Al tepe tepe kullan.
Artanı işime yaramaz zaten.

(5)
Kusura bakma sevgili kulum
varsayılan ayarların büyümen üzerineydi
sen çocuk kaldın, oyuncak ettin verdiğimi.
Artık diyecek lafım yok.

(6)
Beter ol.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Gün Devrimi

Bir günümüz olsun
bıraksın ipler bizi cana gelip de.
Alkol müymüş, afyon muymuş derdiniz?
Alın sizin olsun!
O gün bizim kafamız, zaten güzel.

Bir gün, güneş saatiyle yahut
siz hangi devranı hak görürseniz
öyle olsun.
O günü verin, zaman zaten seyyah,
yeter ki sizsiz olsun.

Biz günümüz olsun, lütfedin.
Bir zaman çelik zoru, inanç zoru aldığınız
toprakmış, çimenmiş, akılmış.
Bir gün sadece
sahibi malik olsun.

Bir resmimiz olsun, bir belgemiz.
Hangi renk en doğru, hangi renk
sonradan üzerine konmuş
kabak gibi belli olsun.
Fuşya mı, cam göbeği mi, oranj mı?
Her bir renk isimsiz olsun.
Çünkü katıldıkça bir insan daha
bir insan daha
bir insan daha...
Bu evren böyle şekil bulsun.

Bir heykel yontmalı, bir bahçe çizmeliyiz.
Ebruli bir masa örtüsü sermeliyiz
ziyafete davet ettiğimiz ahalimize.

İşte o zaman kadehler çınlar
Sesler ahengini bulur.
Bizim müziğimiz panzehir olur:

Ey ahali!
Gördüğümüz hiçbir rüya, sevdiğimiz hiçbir leyla
Heyula işte tam bu dünya, başka alem yok!
Kan kadar gerçeğiz, kan gibi akıyoruz hepimiz
tek bir damardan, illa ki
tek bir kalbe.

25 Ocak 2010 Pazartesi

İhtimal Kayığı

Geride
orada bir yerde
bir şey kalmış. Görmüyor musun?
Utanılmaz geriye dönmekten
almak için unuttuğun bir şeyi.
Ve hazır dönmüşken
“ihtimal”
bağlanmamış bir kayık gibi
çağrılır kaybolduğu derinliklerden.

Ama biliyorsun
orası değil senin yerin.
Tek kişilik bile değil ihtimal kayığı.
Döneceksin geriye.
Göreceksin:
Batmadıktan sonra o ada,
kurumadıktan sonra denizin...

Velhasıl
“ihtimal” sularında başıboş gezdikçe
o bir şey hep unutulmuş olacaktır zaten
geride.

24 Ocak 2010 Pazar

Önce Herkesten, Sonra Kendimden

Uzaklaşıyorum çaktırmadan, yan yan
önce herkesten, sonra kendimden.
Sırayla kaçıyorum, kaçırmıyorum.
Kendime bile nedenini anlatamıyorum.

Uyandırın beni! Soğuk Ankara gecelerini
üşümeden, ürpermeden atlatmaktı niyetim.
Kelimeleri uydurup uydurup çözüm yapıyorum
olmuyor işte yahu, beceremiyorum!

Cezası neyse çekeriz, hiç sorun değil.
Koyarız önümüze beyaz kalan üç-beş şeyi;
masa örtüsünü, klozet kapağını, kağıt mendili
kirletiriz. De...
Suçumuz neydi?

Göremedim, edemedim, çıkamadım içinden.
Tünel midir, mezar mıdır, her ne halttır!
El yordamıyla kaçmaya başladım, yan yan
önce herkesten, sonra kendimden.

İhanet

Her an ihanet edebilirim diye
düşünüyorum bir kendime
diğeriyle...
Ne kadar değişebilir ki ömür gözümüz
bir günde?

Yarın biraz boka bulaşmak
için titreyecek bedenlerimiz.
Ama asla bir pisliği evde
barındırmaz annelerimiz.
Neden hayatın en esnek yanı
günahlardır hep?

Sondan başlayarak ellerimiz kalem tutmaya
hepimiz şaşkın, hepimiz bilerek nereden geldiğimizi
alamet bekleyeceğiz gelecekten
varlığına dair.

Ve ömrün yeni bir sayfada
yazılmaya başlayacak
ey acemi ve tutkulu şair.

Kıyamet

Bir bakarsın, gökyüzü düşer, bir bakarsın
koyun şekilli, tavşan kuyruklu bulutlar düşer.
Yıldızlar sönüp, sivrilip kafana girer.
Hiç beklemezsin, o güneş, beklemezsin
hüzünlenip ağlayarak
ardına bakmadan çeker gider, gider çeker de.

Bir sanırsın, kıyamet kopuyor, sanırsın.
Ne dağ kalmış ne deniz.
Her taraf toz toprak.
Sisler içinde insanlar bir örnek olmuş
sanırsın.

Her soluk alışın içine karıncalar dolduruyor gibi
ayakların havada bir yerlere basıyor gibi
kendiniyse uzaylı gibi hissediyor olmalısın, uzaylı.
Dünyada yabancı, uzayda yalnız. Hiç yani.
Hiç.

Bugün anlamış olmalısın son kez, olmalısın.
Ne bir işaret, ne ışık, ne bir.
Gökgürültüsünden sonra geç kalan şimşek gibi.
Bugün
onun aklına bile gelmediğini.